
Dil ve Edebiyat (201. Sayı)
Dergi Ücreti : 18 ₺
Hafıza ve Dil: İmla ve İfadenin Korunması Üzerine
ÜZEYİR İLBAK
Türkiye, üç asırdır dili, kelimesi, alfabesi ve imlası ile kavga halinde. Dolayısıyla tarihi, kültürü,
medeniyeti ve edebiyatı ile de kavgalı. Yeni harflerle bir asır yaşadıktan sonra imlasında
ve imlasının standardı ile ilgili yaşadığı kafa karışıklığı ile kavga etmeye devam ediyor.
Birleşik kelimelerin yazımı, Batı kökenli kelimelerin yazımı ve telaffuzu, yaptığı tarifle oluşan
kelimelerin bir kısmının bitişik bazısının ayrı yazılması… Noktalı virgülün kullanımı, şapka ya
da inceltme işaretinin kullanılıp kullanılmaması karmaşasıyla yaşanan telaffuz sorunları…
Haber okuyucularının kısaltmaları İngilizce heceleyerek yeni bir telaffuz biçimi üretmeleri
ve kimsenin müdahale etmemesi. Bağlaçlar ve edatlar meselesi. Kılavuz isminde bile anlaşamayan
bir imlacılık. İmla Lügati, İmla Kılavuzu, Yeni İmla Kılavuzu, Yeni (Yazım) İmla
Kılavuzu, Yazım Kılavuzu, Yeni Yazım Kılavuzu!
Örnek kelimeler: çörotu - çörek otu, tiren-tren, spor-sipor, önses - ön ses, ordusuyle - ordusuyla,
bayie - bayiye, mısraın - mısranın, kırallık - krallık, Sıvas - Sivas, gök bilimi, olmiyan - olmayan,
Altay dağları - Altay Dağları, örenyer - ören yeri, başlıyabilir - başlayabilir, cilâlı - cilalı,
testere balığı, frenkçileği - Frenk çileği, yerkabuğu - yer kabuğu, Bruxelles lâhanası - Brüksel
lahanası, lâstik - lastik, imlâ - imla, P.T.T. - PTT, rasgele - rastgele, Gazi Antep – Gaziantep,
Camii-Camisi, mısraı-mısrası, yeşilzeltin-yeşil zeytin..
Tanzimat'tan sonra Batı’nın Fransa cenahından devşirilen aydınlarımızın maharetiyle Türkçe,
Fransızcanın etkisine girdi. Genç Kalemler dergisi etrafında bir araya gelen bir grup
münevverin başlattığı "dilde sadeleştirme"/ yeni lisan hareketi; “yazı dili ile konuşma dili
arasındaki uçurumu kapatmak, Arapça ve Farsça dil bilgisi kurallarını Türkçeden ayıklamak,
İstanbul Türkçesini konuşma dili olarak esas almak ve millî bir edebiyatın dil temelini oluşturmak”
istiyordu. İyi niyetli bu girişim bile Selçuklu ve Osmanlı kültür birikimiyle sorunluydu;
bu iki devletin kültürünün tasfiyesi için dile müdahale ediliyordu.
Başta Müslümanların yaşadığı coğrafyalar arasında kopuşu gerçekleştirmek için alfabe
tartışmaları başladı ve ortak alfabenin kaybedilmesiyle nelerin kaybolacağının farkına varılmadı
veya bile bile yapıldı.
Cumhuriyet’in ilanı ile Türkiye, Latin alfabesine geçirildi ve Anadolu insanının bin yıllık alfabesiyle
yazdığı metinler Cemil Meriç’in ifadesiyle " "Harf devrimi, kütüphaneleri tuğla yığınını
çevirir. İrfanımızı düne bağlayan köprüler uçurulmuştur." Alfabe değişikliği ve dilde
sadeleşme hareketinin doğal bir geçiş süreci olmadığını, aksine tepeden inme ve yapay bir
müdahale olduğunu İsmet İnönü’nün hatıralarında da okuruz. 1930-1950 yılları arasında
katı ideolojik gerekçelerle dilde tasfiyecilik ve atılan kelimelerin yerine kelime uydurma çılgınlığı
başladı; Türkçe gücünü kaybederek 1980'li yıllara kelime ve ifade gücünü kaybederek
geldi. 1980 darbesiyle gençlik ideoloji ve ideallerinden koparıldı. Dünyada başlayan melez
kültür ve dayatılan özenti kültürle İngilizce Türkçe karışımı melez, anlamsız ve her iki dilde
de karşılığı olmayan “türkçemsinglişh” uydurma bir dil konuşulmaya başlardı." Plaza ve özel
sektör çevrelerinde konuşulan bu kötü dil, sosyal medya aracılığıyla yaygınlaşarak Türkçeyi
bozmaya devam etti.
Bir milletin dili, yalnızca iletişim aracı değil; aynı zamanda hafızası, kimliği ve ruhunda kopan
fırtınaları edebiyat vasıtasıyla nesilden nesile aktarandır. Harfler, kelimeler, cümleler…
birer taşıyıcıdır; geçmişin izlerinin, kültürel kodlarının ve mirasının bugüne taşınmasında
kullanılır. Akleden insanın tanıklık ettiği birikimi ifade etmeye aracılık eder. Kavramlarıyla
doğru düşünmeyi ve ortak anlayışı inşa eder. Eğer taşıyıcı kelime ile tanık ve tanıklık arasında
anlam ve anlamlandırma kesintiye uğrarsa aktarımda da kopuş olur. Türkiye’nin dil
serüveni, bu kesintilerin en dramatik örneklerinden biridir.
Bu tarihsel çerçeve göz önüne alındığında, dilin imla ve ifade gücünü korumak; yalnızca bir
dil bilgisi, harf ve kelime meselesi değildir. Doğru yazılmamış her kelime ve kavram medeniyetten
kopuşu; doğru yazılan ve yerli yerinde kullanılan her kelime ve kavram da geçmişe
dip not; özenle kurulmuş her ve telaffuz edilmiş cümle, geleceğe mirastır. İmla, anlamın
mimarisidir. Bir kelimenin doğru yazılması ve doğru anlaşılması kadar; doğru telaffuzu ve
musikisi lisanın hissedilmesini sağlar.
Bugün dilin ritmini, sesini ve dayandığı kültür mirasını korumak için dili melezleştiren, telaffuzunu
bozan, kuralsızca aldığı kelimelerle kimliksizleştiren, “bu kelime de böyle kalsa”
ne zararı olur düşüncesinden koparak dil ve imla meselemiz üzerine yeniden yoğunlaşmak
zorundayız. Çünkü dil, yalnızca konuşulan ve öylesine çıkarılan bir ses değil; yaşanan ve
anlamlandırandır. Ve yaşanan, yaşarken bozulabilen her şey gibi korunması gereken önemli
değerlerdendir.
**
Türkçenin imla meselesi üzerine düşünmemi sağlayan şey, Aleks Kanevski (Alex Kanevsky)
isimli birine atfedilen aşağıdaki metin oldu. Medyada karşılaştığım metni araştırdığımda
müellifin Amerika’da yaşayan Ukraynalı bir ressam olduğunu ve kısa hikayeler yazdığını
öğrendim. Metnin orijinalinin Rusça olduğunun not edildiği sayfada İngilizcesini buldum.
Birkaç metni karşılaştırarak aşağıdaki şekilde sunmaya karar verdim. İmla ve noktalama
işaretlerinin değerini anlamak için üzerinde düşünmeye değer.
“Kaybedilenler
Bir gün insan ‘virgül’ü kaybetti, o zaman zor ve uzun cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler
kullanmaya başladı. Cümleleri basitleşince, düşünceleri de basitleşti.
Bir başka gün ise ‘ünlem’ işaretini kaybetti. Alçak bir sesle ve ses tonunu değiştirmeden konuşmaya
başladı. Artık ne bir şeye kızıyor ne de bir şeye seviniyordu. Hiçbir şey onda en ufak bir
heyecan uyandırmıyordu.
Bir süre sonra da ‘soru işaretini’ kaybetti ve artık soru sormaz oldu. Hiçbir şey ama hiçbir şey
onu ilgilendirmiyordu. Ne kâinat ne dünya ne kendisi umurundaydı.
Birkaç sene sonra ‘iki nokta üst üste’ işaretini kaybetti ve davranış nedenlerini başkalarına
açıklamaktan vazgeçti. Ömrünün sonuna doğru elinde yalnız ‘tırnak işaretleri’ kalmıştı. Kendine
has tek düşüncesi yoktu. Yalnız başkalarının düşüncelerini tekrarlıyordu.
Sıra ‘nokta’ya geldiğinde düşünmeyi ve okumayı unutmuşlardı.” Aleks Kanevski (Alex Kanevsky)